23 Aralık 2008 Salı

Bitkiler ve Hayvanlarda Estetik Operasyon Var mı? Varsa Nasıl Yapılıyor?

Tıpın belki de en genç dallarından biri "Plastik Cerrahi", en azından sistematik hale gelmesi 1-2 yüz yıl öncesine rastlıyor. 1-2 yüz yıl önce sistematik hale getirilip yakın geçmişe kadar aslında yaralanmalarda insanlara faydalı olmak için kullnılmış plastik cerrahi. Tabi zamanla "Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar" düsturu gereği yarası falan olmayan ama "niye bana da yapmıyorsunuz, benim neyim eksik" diyenler olmuş. Neyse haydi sus payı için yapmışlar bir iki estetik operasyon, ardından bu sefer de "ışığı gören gelmiş" düsturu gereği önüne gelen "Ben de isterim" demiş. Bakmışlar talep çok, para veren falan da var, tamam "voleyi vurduk" deyip bu işi sektör haline getirmişler. Günden güne de büyümüş ve günümüze kadar gelinmiş. Artık günümüzde o kadar önemli bir alan haline gelmiş ki bazan "İnsanlar plastik cerrahi gelişmeden önce nasıl yaşıyorlarmış, vah vahhh hayat şartları çok zormuş eskiden." diyecek oluyorum. Zira öyle ki neredeyse estetik operasyon geçirmeyen kalmadı, neredeyse estetik olmayanları ayıplanıp dışlayacak hale geldik. Neyse ben bu noktada en azından tedarikliyim. 3,5 yıl önce burnumdan estetik olduğum için en azından dışlanma sorunum yok. Estetiği hala yanlış bir şey olarak gören geri kalmış (!!!) kişilere de "Basketbolculuk dönemimde burnum 3 yerinden kırıldı ve kırıklar için mecburi estetik oldum" açıklamasını yaparım geçinir giderim. Size de tavsiyem hemen bir bahane bulup bıçak altına yatın, modayı takip edin bu noktada sakın eksik
İşte plastik cerrahi bu şekilde büyüyüp yaygınlaşınca, 1973 de bir kaç bilim adamı "insanların canı can da hayvanların, bitkilerinki patlıcan mı?" demiş ve biraz da onlara estetik yapalım demişler. İlk olarak tek hücrelilerden, bakteriden başlamışlar kurcalamaya. "Eee soran olursa bu bakterinin kurcalanmış hali için bir isim bulalım" diye düşünürken "Rekombinant Bakteri (recombinant bacteria)" deyivermişler. Sonra öyle ufacık bakteriyle uğraşmaktansabiraz da bitkilere el atalım demişler. Tabi onlar "şuramı buramı düzeltin" diyemedikleri için bilim adamları kendilerince denemeye başlamışlar. Mısıra el atmışlar, soyaya el atmışlar derken "ula bu işte deli para var" deyip işi ticarete dökmüşler. Mısırı, soyayı kurcalayıp, orasını burasını oynarken "ah şu Şeftali de erik gibi tüysüz, parlakcana olsaydı keşke" demiş birisi. Denemesi bedava deyip bu sefer erikle şeftaliyi karıştırmışlar, kökten epilasyon yapılmış şeftali çıkartmışlar ortaya. Hazır epilasyon yapmışken tavuklara da el atıp tavukları "dımdızlak" ortada bırakıp, tüysüz tavuk yapmış KFC'ye yollayıvermişler. Oydu buydu, şunu şununla karıştıralım bununla bunu birleştirelim derken birisi çıkmış "oyuncak ettiniz sebzeyi meyveyi, şimdi bunu yiyenlere ne olacak peki hiç düşündünüz mü ha?" demiş. Bir an durup düşünülmüş, estetikli ve kargacık burgacık hale gelen bitkileri, hayvanları yiyenlere ne olacaktı acaba? diye. Eee hadi bunu 1-2 insanda deneyelim deme imkanı da yok, zira bunu yiyenlerde etkiler yaklaşık 3 nesil sonra ortaya çıkıyor... "Hah en iyisi biz bitkinin, hayvanın sağını solunu kurcalayıp kurcalayıp, bu durumu çakmayacak ülkelere kaktıralım gitsin, sonra takip ederiz ilerde ne olacak görürüz" denilmiş. Özellikle de soyayı didiklemişler, sonra da tutmuş kaktırmışlar bunu bazı ülkelere, bir de beraberinde ağızdan ağıza "Soya sağlıklıdır, et yerine soya kullanın çok faydalı falan filan" diye de yaymışlar, beklemeye koyulmuşlar ohhhhh!!! değmeyin keyiflerine. Tabi ülkemizde 3-4 sene kadar önce bir anda Soya kullanımının yaygınlaşması, her yerde kıyma yerine soya kıyması kullanın edin diyenlerin çıkması, aynı dönemde İtalya'dan "hediye" olarak bedelsiz, çok cüzzi bedellerle soya fasulyelerinin gelmiş olmasının, bedava gelen başka sebze tohumlarının falan bu konu ile bir alakası kesinlikle yok... Ya da bir anda ortaya çıkan ilginç hastalıkların, hastalığa sebep olan virüslerin, kene v.s. gibi hayvanların, falan filanın bu konuyla kesinlikle alakası yoktur, kendiliğinden ortaya çıkmıştır onlar diye düşünüyorum, en azından umut ediyorum...

Neyse işte insanlara estetik yaparız, orasıyla burasıyla oynarız da diğerlerine yapmazsak ayıp olur deyip bir girişmişler, giriş o giriş. Bakalım torunlarımıza bu girişimlerin etkisi nasıl olacak, yeterse ömür bekleyip göreceğiz. Ancak şundan eminim ki insan asla akıllanmayacak; zaten insanların yaralarını düzeltip, sıkıntılarını gidermeyi öğrenen ancak devamında bunu ticaret için kullanıp resmen hobi haline, moda haline getiren, atomu parçalamayı bulup, çok ciddi büyüklükte enerji kaynağı bulmuşken bunu ilk bomba olarak kullanan, gen üzerinde yapılan çalışmalarla hastalıklara kısmen çare bulunmuşken, bunu tedaviden öte hastalık mikrobu, virüsü üretmeye kullanan insanoğlunun akıllanmasını beklemek pek de mantıklı gibi durmuyor...


Küçük bir not: GDO(Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar)'dan doğabilecek değişiklikler yukarıda da okuduğunuz gibi en az 3 nesil sonra gözlemlenebiliyor. Bu teknolojinin çıkışını 1973 olarak alırsak şu an hala bu işlemden geçen organizmaların özellikle insanlardaki etkisi hiç bir şekilde bilinmemekte, ve sonucunda nasıl bir etki görülecek uzun yıllar daha soru işareti olarak kalacaktır.

9 Aralık 2008 Salı

Paslanmış Elma Sevmez misiniz?

Bir süredir halk arasında "ff" diye de geçen "friendfeed" semalarında pusuda takılmaktayım. İlginç ve güzel muhabbetler dönmekte bol bol. Geçenlerde yine friendfeed semalarındayken Fikir Atölyesi'nden tanıdığınız Tunç'un şu yazısını okudum. Devamında yazıya özellikle "ff" üzerinde yapılan yorumları takip ettim. Sonrasında ise uzun zamandır kafamda dolanan bir fikir hortladı. Ardından da oturdum aşağıdaki yazıyı yazıverdim. Buyrun;

Hayatında hiç elma yememiş birisini tanıyor musunuz? Şahsen ben tanımıyorum ve zannetmiyorum ki tanıyanınız çıksın. Öyleyse hepimiz bir şekilde bir elmayı elimize alıp diş geçire geçire yemiştir. Benim için 5 - 6 yaş civarlarından itibaren elma yemek bir beslenme eylemi olmaktan çok merak sebebiyeti veren bir eylem olmuştur.
Gelin size de sorayım,

elma yerken ısırdığınız kısımlar neden kahverengimsi olmaya başlar?

Cevabı bilenler vardır mutlaka, ama ben 0 dönemde cevap olarak "ye sen bir şey olmaz" ile yetinmek zorundaydım. Sonra büyüdük ortaokula geldik. Orada öğrendim ki "elma içerisinde bol miktarda demir bulundurduğu için, ısırdığımız kısımları havadaki oksijenle etkileşiyor. Sonucunda da demir oksitlenmiş oluyor ve renk kahverengimsi oluyor." (hatta o kadar ki içinde en fazla demir bulunan gıda elmadır, ıspanakta gram demir yoktur, bunu da lisede öğrendim :P)
Tabi bu cevap benim gibi bir bünyede cevap olmaktan öte daha çok, karın ağrısı birisine dönüşmeme sebep olmuştu.

"Eee yani basbayağı paslanıyor." demiştim.

Haydaaa... düpedüz paslanmış demir yediriyorlar bize desene...
Tabi ben bunu benim gibi merak dürtüsü pek olmayan arkadaşlarıma söylediğim anda ise çoğu bir daha elma yememeyi ve yerlerse paslanmış demir yedikleri için ölebileceklerini düşünmeye, söylemeye başladılar. Aslına bakarsanız düz bir mantıkla bakıldığında gayet haklı görünüyorlar, halis muhlis demir pası yemiş oluyoruz sonuçta.
Neyse sonuçta bu iki demir ve iki pas türü arasındaki farkı anlatıp iknaya uğraştım, bir ortaokul çocuğunun yapabildiği kadar...
Bu gerçeği, yani elmanın aslında paslanıyor olduğunu sokağa çıkıp halka söylediğinizde bir kısmı "hadi oradan salak mısın?", bir kısmı "ya kardeğim manyak mısın ne saçmalıyorsun?", başka bir kısmı ise "yani biz şimdi yıllarca paslanmış elma mı yedik?" deyip devamında "peki ne yapacağız şimdi, ölür müyüz önceki yediklerimizden dolayı?" benzeri cümleler sarfedecektir size. Çünkü hepimiz biliriz ki demir pası insanı öldürebilir, hatta öldürür. Ancak pek çoğumuz bilmez ki demir pek çok farklı yapıda, şekilde hayatımızda, hatta yaşamın temelinde yer alır.
İşte tüm insanlarda bulunan ve vazgeçilmez olan "önyargı" sonucunda bu karmaşa çıkıyor karşımıza. Paslanma eylemi hep kötü ve zararlı konular içinde geçtiği için paslanmayı da tamamen kötü olarak algılarız. Dedim ya Önyargı aslında bu.
Ama buna çok basit bir örnek daha vereyim.
Örneğim "önyargı"nın ta kendisi.
Evet evet, yazının başında bahsettiğim yazıya gelen yorumlarda hep şu mantık vardı: "Önyargılıyız, bu çok kötü bir şey."
Hayır kardeşim gayet de insancıl bir durum, önyargı dediğin şey aslında önfikrin ta kendisi. Yargımız var bir olay ile ilgili, olay olmadan önce. Aslında bir olaya dair aklımızdan geçen hemen her şey birer önyargı. Misal "kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçilmez", işte bu da bir önyargı. Daha önceden duymuşuz, öğrenmişşiz ve kırmızı ışık hakkında bir önyargımız var. Ya da "otobüse, dolmuşa binince parasını vermemiz gerekir." bunu biliriz ve otobüs, dolmuş yaklaştığında paramızı yavaştan hazırlarız...v.s.
Daha da önemli bir örnek aklıma geldi şu anda, "Bu yazıyı daha da uzatırsam, okuyanlara git gide işkence çektirmiş olacağım",
madem öyle, önyargılı olup yazıyı noktalayayım.

Önyargılar üzerine ileride yazacağım 2., 3. yazılarda görüşmek üzere :))